Saturday, May 21, 2011

Güneşi Özleyen Finlandiya



GÜNEŞİ ÖZLEYEN FİNLANDİYA

30 Temmuz 2009

(Rakastan Sinua = Seni seviyorum)
Helsinki havaalanına inince İstanbul’un o kalabalığından sonra acayip bir sessizlikle karşılaşmak çok garip geliyor. Havaalanı olağandan çok fazla sessiz, ahşap tabanlı bir havaalanı görmek ne kadar sıcak bir duygu, daha sonra onca ormanı görünce neden böyle bir döşeme yapıldığını anlamak zor olmuyor. Havaalanındaki durum şehrin habercisi çünkü sokaklarında gezdiğimize sakinlik ilk hissedilen durum, uyuyan bir şehir görünümünde. Sokaklar hemen hemen boş gibi, şansımıza biraz güneş açmış, bu durumdan faydalanmak isteyen birilerini yürürken görüyoruz. Hava çok kapalı yağmur lu ve grinin her tonunu görmek mümkün, sokak aralarında evler bitişik ve kalın duvarlı binalar ama yeni yerleşim yerlerindeki yapılan farklı; her yeri cam kaplı ve güneşin ışık ve ısısından bir buse almak için hazır bekleyen kucağını açmış anneler gibi binalar. Alanlarda genç insanları da nihayet görmeye başlıyoruz. Sohbet ve gülüşme sesleriyle şehrin uyandığını yok sa uykuda iken konuştuğunu bilmem ama biraz ses bize de canlılık getiriyor. Finlandiya’nın eski adı Soumi. Tarihinin acılı ve zor geçtiğini söylüyor rehberimiz Orhan Bey, İkinci dünya savaşında Ruslara büyük bir tazminat ödemek zorunda kalmışlar. Ama bu kadar tazminattan sonra bile nasıl olmuş bilinmez oldukça refah düzeyi iyi bir ülke haline gelmiş. Ülkede Sauna kültürü çok gelişmiş. 5,5 milyonluk şehirde 2,5 milyon sauna varmış. Uzun kış gecelerini telafi etmek için bağışıklıklarını güçlendiriyorlar.
Hemen her Fin’li desinatördür diyor rehber; gerçekten de mağazalardaki her çeşit nesnedeki dizayn çok ergonomik ve şık. Hemen herkes dizayn atölyelerine sahipmiş.
Benim gibi toz alerjisi olan biri için otel odası zemini kimyasal maddelerle cilalanmamış tahta olması ve halı ile kaplı olmaması harika bir durum. Dışı ayna görünümünde içi ütü araç-gereçlerinin konulduğu duvar dolabı da oldukça ergonomik ve ekonomik bir görev üstlenmiş. Çarşaflar kimyasal kokmuyor, musluktan akan su çok lezzetli. Daha da inanılmazı banyolarında taharet musluğu var; tevekkeli Finlerin Türk oldukları söyleniyor. Her millette bir Türklük aradığımdan değil ama bazı Finliler evlerine ayakkabılarını da çıkararak girdiği söylenince böyle bir alaka ister istemez kuruyorum. Peçeteler recycling ve çok sağlam. 200 bin göl ve bir çok ırmağa sahip olmasına rağmen suyun israf edilmemesi ile ilgili otele “havluları değiştirmediğiniz için teşekkürler” diye not bırakacak kadar tabiat dostu olması inanılmaz hoşuma gitti. Luteryen mezhebindeki Fin’lilerin kiliseleri de İtalya’daki Katolik kiliselerinden çok farklı, resim ve ikonlarla boğulmamış, oldukça ferah, sıkılmadan içeride uzun süre kalabiliyorum. Aydınlık ve sade hatta Turku’da mağara içine oyulmuş kilise o kadar sade ve aydınlıktı ki orgtan gelen tını ile biraz daha içerde kalmak istedik.
Helsinki de daha önce araştırıp, yerini tesbit ettiğim eco shopu bulmak hiç zor olmuyor. Ülkede sadece Turku ve Helsinkide iki dükkan var. Sevimli ve küçük bir dükkan ama Türkiye’deki distribütörüne zorla getirmesi için rica ettiğimiz Vivani çikolatanın nerdeyse tüm çeşitleri mevcut. Finlandiya’nın ilginç jeolojik özellikleri nedeniyle her yıl 7 km2 kara parçası kazanıyormuş (Rehberin dediğine göre). Helsinki granit üzerine kurulmuş bir yer. Bu yüzden alt geçit ve metro gibi ulaşım araçları yapılamıyormuş. Granit ile birlikte, bakır, biraz çinko ve çam -kayın ihraç ediyormuş ama şimdilerde granit azaldığından kendi ihtiyaçları için kullanıyor. Bitki örtüsünde uzun boylu çamlar en geniş yeri kaplıyor, endemik bitki örtüsü pek yok. 188 bin gölü var.
Somali, Irak, İran ve Türkiye’nin güneydoğusundan yoğun göç alıyor ancak % 35-65 vergi alındığından yerli halk göçmenleri istemiyor. Bir polis memurunun maaşı vergiyle birlikte 2500; doktorunki 5000 €. Kışın yolların açık olmasını sağlayan asfaltta rezistans sistemi var ve tabelalarla belirtiliyor.
Finliler, işgalci dürtülere sahip değildir. Kendi yağıyla kavrulan bir ülke diyor rehber. Üretim maliyetleri yüksek olduğu için tarım yapılmıyor, küçük çiftlikler var. Organik çiftlikleri daha çok kuzeyde sanırım, görme şansım olamadı. Şekerpancarı ve patates üretiyor. Bir de kanola bitkisi (katır tırnağının-kolza- ıslah edilmişi) sert iklimlerde yetişebiliyor. Temel gıdalarını AB’nin ortak havuzundan elde ediyor.
170 bin nüfuslu Turku en eski yerleşim yerlerinden biri; düzenli yerleşim İsveç’in istilasıyla gerçekleşmiş. Turku içinde kocaman bir nehir var. 1800’lerde büyük yangınla 800 yıllık yerleşimlerin hepsi kaybolmuş. Ruslar tekrar inşa etmişler şehri. Dünyanın en büyük 2 transatlantiği Turku limanında inşa ediliyor. Şehirde Cuma namazını kılmak için bir cami buluyoruz. Iraklı bir imam, dini açıdan donanımlı bir imam burası için şans diyor rehber. Ama cami özerk değil, bir apartman katında, iç içe girmiş odalardan oluşmuş mekanın kendine has ruhu oluşmamış ama gelenlerin duası içini ısıtmış sanki. İmam, cami için özerk bir yer verilmediğini söylüyor ama mekan mimarisi konusunda Müslümanlar mı zayıf yoksa gerçekten düşmanlığın boyutları mı büyük anlayamıyorum fakat orda namazı iç rahatlığıyla kıldığım bir mekan bulmaktan mutluyum.

No comments: